(Video seçenegi burada: http://www.youtube.com/watch?v=qV-be6Wqylg )
Muhiddin İbn Arabî'ye göre İslam'ın da gizli - batıni
anlamı vardır ki,
onu sadece seçilmişler anlayabilir.
İnsan hayatında önemli bir yer kapsayan temel kıstaslardan biri de onun inançıdır.
Yaratıcıya inanç dinlerin oluşmasına neden olmuştur ve çeşitli dinlerde
Yaratıcı Allah hakkında tasavvurlar de çeşitlidir. Bu makalede ben,
"din" kelimesinin asıl mahiyetinin ne olduğunu açmaya çalışacağım.
Ünlü yazar ve konuşmacı Laktansiya (IV yy.) "Din" (lat.
Religio) kelimesinin - "bağlamak", "birleşmek" anlamında
olan "religare" kelimesinden meydana gelmesini bildiriyor. Onun
yazdıklarına göre, Allah insanı o yüzden yaratmıştır ki, Allah'a gereğince,
adaletle itaat etsin ve sadece O'nu tanısın. İnsanın borcu - Allah'a bağlı ve
sadık olmak, hak ve gerçek din ilkelerinin yoluyla gitmektir. Laktansiya
bildiriyor ki, bir çok din vardır, fakat bu dinlerden sadece biri gerçektir. Bu
gerçek dini anlamak için ise insani bilgelik azdır, İlahi bilgelikle nurlanmak
gerekir. İnsanlar dünyadakı hayatın zevkinin esiri oldukları için, gerçek dinin gücü
yoktur, o her zaman zulüm içinde ve karanlıkdadır (В. Костюк, “Учение Лактанция о религии”, http://vstrecha-mpda.ru/archive/01/uchenie_laktantsija_o_religii/).
Laktansiyanın yazdıkları Kur'an ve hadislerde de kaydediliyor. Kuran'da
da belirtiliyor ki, Allah cinleri ve insanları yalnızca O'na hizmet etmeleri
için yaratmıştır (Kur'an 51:56). Demek ki, insan hiç de tesadüfen veya evrim
yoluyla yaranmamışdır. Allah insanı, O'na itaat ve hizmet etmek için özel
yaratmıştır.
Laktansiyaya göre, gerçek dinin bir olması, diğer dinlerin ise anlamsız
olarak algılanması, peygamberimizin ümmetinin 73 tarikata bölünmesi ile ilgili
hadisi hatırlatıyor. Kaynaklara göre, Hz. Muhammed Resulullah buyurmuştur: "Yahudiler,
yetmiş bir tarikata ayrıldı. Bunlardan biri cennette ve yetmişi ateştedir.
Hıristiyanlar da, yetmiş iki fırkaya (tarikat) ayrıldı. Onlardan da yetmiş bir
fırka ateşte ve biri cennettedir. Muhammed'in canı elinde bulunan (Allah)'a
yemin ederim ki, benim ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka
cennette ve yetmiş iki fırka ateştedir". Cennete düşen
tarikat hakkında sorulduğunda ise Resulullah: "Onlar benim ve Ashâbımın
yoluyla gidenlerdir" veya "O da cemaattir" demişti.
Cennete düşecek tek tarikatı belirlemek için Kur'an'a bakmak yeterlidir.
Çünkü Kuran'a göre Allah, güneşin doğduğu yerde yaşayan özel seçilmişler soyu
ile kendisi arasında perde yaratmamıştır, yani Allahin sırrını sadece onlar bilmişlerdir
(Kur'an, 18:90). Kaynaklarda "batıni" olarak adlandırılan bu aşiretin
adı onlara, Kuran'ın gizli anlamlarını idrak ettikleri için verilmiştir. İslam izoteriklerine
göre bu şii nizarilerinin topluluğu - Allah'ın kendisi tarafından yönetiliyor.
Onların ışık (nur) hakkında yüksek eğitimi Eflatun ve ondan önceki bilgelerin
öğretisine uygundur. Kaynaklarda onları - "zamanı öncelemiş ve tam mutluluğa ermiş" Deylem türkleri de
adlandırılıyorlar.
Hıristiyan kaynaklarında bu şii nizarileri (ensariler) - Nasıralı
(nasara/nazaret), yani İsa peygamberin eli gibi gösteriyorlar. İsa'ya ait
edilen Galile (Celil) sembolü ise, sufilerin Hulûl [HLL] adlandırdıkları ve
"Allah'ın tecessümü", "Allah'a kavuşma", "Allah'la
vahdet" anlamında olan sufilerin "Vahdet el Vücud" sembolüdür.
Bu simge aynı zamanda Laktansiyanın kaydettiği "din" (lat. Religio)
kelimesinin - "bağlamak", "birleşmek" anlamında olan
"religare" kelimesi ile aynıdır ve "Allah'la vahdet",
"Allah'a bağlılık" anlamında ilk madde ile vahdeti bildiriyor. Batın
ilminde "din" anlamında olan "Religio" [RLG] simgesi aynı
zamanda Gilar [RLG] gibi de okunuyor ki, bu da Qalil/Hulûl sembolü gibi Gel eli
anlamındadır. Bu ve bununla ilgili diğer sembollerin izahı - yazarı olduğum
"Bütün dinler birdir" adlı makalede geniş yorumlanıyor.
İsa peygamberin yahudi olarak algılanması o demektir ki, O - kaynaklarda
aşırı şiiler adlandırılan Hazar türklerinin Gel (Qulat) begleri soyundandır.
Çünkü, bütün kaynaklarda yahudi, yani "bilgisine göre seçilmişlerdir"
deyince, Hazar türk hakanı ve beğler (bey) öngörülüyor. İslam'da "Beyt
el-ilm ve'l-marifet ve'l-hikmet", yani "bilim ve hikmet Evi"nin
üyesi deyince de işte bu Evden olan Ehl-i Beyt anlaşılmalıdır. Bu Ev ise
ismaili-nizarilerin Qulat (Gel) evidir ki, Tevrat'ta bu ismailliler - Qalaad
elinin ehli sayılıyor. Eski Ahit'te Qalaad - Allah için özel bir yer sayılıyor
ve Allah Qalaadı - "Benim Qalaadım" adlandırıyor (Библия, Пс.59:9). Burada
yaşayanlar ise - Allah'ın kendisine hizmet için seçtiği yahudilerin Levit neslidir ve
Tevrat'ta Allah Levitleri - "Benim Levitlerim" adlandırıyor.
Batın (Ledün / Sufizm) ilminde Levit [LVT] sembolü - Muhammed peygamber,
Ali ve ailesi anlamında olan El-Beyt [L-BT] simgesi ile aynıdır. Bu ise o
demektir ki, Kuran'da İsrailoğulları adlandırılan yahudi seçilmişleri - müslüman
şiilerin türk beglerinin neslidir. Müslüman, hıristiyan ve yahudilerin cennete
düşecek fırka ehli de işte ismaili-nizari batinileridir. Ben
"Batıni-Kur'an" kitabında ve makalelerimde tüm bu sembollerin tam
bilimsel izahını verdim ve gösterdim ki, Batinilerin Gel Evi eski Mısır
kaynaklarında, Allah'ın "Dünya"yı yaratmaya başladığı Gel kentidir
(Geliopol). İslam'da Rahman, eski Mısır'da ise Ra-Eman (Ra-Amon) adlandırılan
Allah da işte buradan arşa yükselip, ona hakim olmuştur. Firavun Emanın ruhu
anlamında olan Şu Allah'ı ise yahudi ve hıristiyanlarda Yeşua, yani İsa gibi,
İslam'da ise Şii olarak kalmıştır. Demek aşırı şiiler, Rahman Allah'ın ruhunu
taşıyan kutsallar neslidir ve bu bâtınî nizarileri, hıristiyanlıkta İsa'nın
Nasıra (nasara/nazaret) eli, yahudilerde ise hayatlarını Allah'a adamış
nazoreyler gibi kayıt ediliyorlar.
Yazdıklarım - Kur'an
ve diğer kutsal kitapların batıni, yani gizli anlamlarıdır. Özel olarak
belirtmek isterim ki, dinler farklı olsa da bütün bu dinlerin bâtınî, yani
gizli anlamları aynıdır. Bu ise o demektir ki, bâtıniler sadece Kur'an'ın
değil, diğer dinlerin ve genel olarak tüm eski yazıların gizli, yani gerçek
anlamlarını anlayan türkler neslidir. Ancak şunu belirtmek yeterlidir ki,
İslam'ın sayılan alimlerinden olan Muhiddin İbn Arabî'ye göre Kur'an'ı sadece
seçilmişler idrak edebilir. Sıradan insanları ise Arabi - "doğa ve şehvet
yöneten, zayıf akılda olan, mantıksız" adlandırıyor. Aynı fikri yahudi ve hıristiyan
bilginleri de yazıyorlar. XVI yüzyılda yaşamış Varmi piskoposu, kardinal Qozi
de Eski Ahit'e (Mf.7: 6) dayanarak demiştir: "Eski Ahit'i halka okumaya
vermek - kutsal şeyi köpeğe vermek, inciyi domuzun önüne atmak demektir".
Demek ki, dinlerin gizli, yani batıni anlamları, sıradan anlamlarından bambaşka olan ilimdir. Bu ilimde
her sembol özel anlam ifade ediyor ve onu anlamak için eski sırları bilmek
önemlidir. Ben İslam'ın bazı sembollerinin zahirle batıni anlamlarının karşılaştırmasını
vermekle, insanlarda İslam'ın ve diğer dinlerin gerçek anlamları hakkında fikir
yaratmak isterim.
Bildiğimiz gibi, İslam dinin kurucusu olan Muhammed peygamber sıradan
insan gibi kabul edilmiştir. Ledün, yani Bâtın ilminde ise Muhammed sembolü -
"Midiya maqı" (mediumu), "Qamlıq durumunda olan Adem",
"ahiretten sonraki Dünya", "insan ruhunun ilk madde ile
vahdeti" ve b. anlamlara geliyor. Tüm bu sembolleri birleştirdikte ve
basit dilde ifade edince, Muhammed sembolü - "dirilik suyundan gökte yaratılmış
ruhlar dünyası ve onu yöneten insanın ruhu" anlamına geliyor. Demek ki,
batinilerdə Hz. Muhammed - dünyayı yöneten Allah'ın ruhudur.
Peygamber sembolü sıradan anlamda "Allah'ın elçisi" olarak
kabul edilmiştir ki, hiçbir İslam alimi Allah simgesi altında kimin veya neyin
kastedildiğini, onun elçisinin işinin ne olduğunu anlatamaz. Batın ilminde ise
peygamber simgesi altında - "Göklerde ölümsüzlük kazanmış kutsalın
ruhu" fikri anlaşılıyor ki, bunlar firavun Emanın (Amon) ve onun
yarattıkları 124 bin ölümsüz kutsalın ruhlarıdır. Bu ölmezler nesli kaynaklarda
(120 bin) mülteciler, yani mekkeliler adlandırılıyorlar ve Bâtın ilminde bu sembol
altında Maqoqlar (Mecüc) öngörülüyor. Magog sembole hem maq, yani medium ve hem
de Qoq, yani Hak (Allah) anlamında eski Mısır Allahlarına aittir.
İslam'ın bu mantıkla te'vili, tabii ki modern din alimlerinin kabul
edemeyeceği mantıktır. Ben ise bu âlimlere peygamberimizin silah arkadaşı olan Abdullah
İbn Abbas'ın kitle karşısında dediği sözü hatırlatmak isterim: "Eğer ben
Kuran'ın (65:12) bu ayetinin peygamberden duyduğum izahını söylersem, siz beni
taşlarsınız". Bu o demektir ki, Kur'an'ın bâtınî anlamını sadece
hazırlıklı insanlara söylemek gerekir ve tesadüfi değil ki, hıristiyan
bilgeleri bu sırları açmadan önce, bu sırrın saklı tutulması ile ilgili onun
özel taleplerini iletiyordu: "Göz görmeyen, kulak işitmeyen, kalbe doğmayan
ve herkesten yüce olan büyük saadeti bilmek istiyorsan, bu öğretinin gizli
saklanmasına and iç".
İslam'ın temel sembolü - "Allah birdir ve Muhammed onun Resulüdür"
ifadesidir ki, bu da zahiri anlamda - belirsiz yaratıcının bir olması, onun
gönderdiği elçinin ise Muhammed adlı bir insanın olması demektir. Batın ilminde
ise bu ifade - "kozmik sistemi kapsayan ilk maddenin tek yaratıcı enerji
olması, onun içinde ise yerküreyi kapsayan ve Adem (Mısır'ın Atum Allah'ı,
Edem) biçiminde ruhlar "Dünya"sının oluşturulması" demektir. Bu
"Dünya"yı yöneten ise Midiyadan olan firavun Amon'un ruhudur. Uzayın sırlarını,
onu kapsayan ilk maddenin yasalarını bilmeyen ve onu anlamak kudretinde olmayan
insanlara bu fikri iletmek tabi ki zordur. Bu nedenle de sufi bilgeleri, Rahman
Allah'ın yaptıklarını sembollere çevirerek, onu sıradan insanların idrak
yeteneğine uygun biçime salmışlar ve bu karakteri Muhammed peygamber gibi
sunmuşlardır.
Matematiksel mantığı olan her insan biliyor ki, hiçbir zaman, hiç kimse
- mucize göstermek yeteneği olmayan ve sadece "Allah birdir ve ben de
O'nun elçisiyim" diyen sıradan insanın arkasından gitmez ve aksine onu ruh
hastası olarak kabul ederler. Muhammed peygamber ise müslümanlar için Allah
düzeyli bir varlıktır. Herhangi bir iş görünce müslümanların "Ya Allah, Ya
Muhammed, Ya Ali" demesi, onların Muhammed peygamberi ve Ali'yi - Allah
düzeyinde tutması ve ondan yardım dilemesi anlamındadır. Hıristiyanlar da bu
anlamda "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh"u çağırıyorlar ki, bu da sufizmde
aynı sembollerdir. Bu ise o demektir ki, dinlerin bâtınî ve zâhirî yorumları,
insanların kavrama yeteneklerine göre semboller diline çevrilmiştir.
"İslam" sembolü de zahiri anlamda sadece "din" demekse,
batıni anlamda bu sembol "İssi-Alem", yani gökte Rahman tarafından
yaratılmış "Alem"in "ruhu" demektir. Bu sembol eski Mısır
yazılaırnda "Şu Alemi", yani "Şu Tanrısı'nın ruhundaki
Alem" anlamı veriyordu ki, kaynaklara göre Şu kalkarak Nut göğünü Qeb
(İslamda Gayb alemi) toprağından ayırmış ve gökte saklamıştır. Kuran'da da
(21:30-34) da Allah'ın göğü yerden ayırması özel dikkate iletilir ve bu olay ölmezlikle
ilişkilendiriliyor ki, bu da ameli-salihlerin ruhlarının bu gök aleminde
ölümsüzlük kazanmasına işarettir.
Batın ilminde "İslam" sembolü, yahudilerin
Şelomo sembolü gibi de okunarak, hem Süleyman peygamber anlamında ve hem de
Yeruşalim anlamında kabul ediliyor. Hıristiyanlarda ise bu sembol
"İsa-Alemi" görüşünü ifade ediyor ki, İsa sembolü de "ruh"
anlamındadır. "Alem" kelimesi kendisi en eski kaynaklarda Elam
devletinin adı gibi kaydediliyor ve gökte yaratılmış ruhlar dünyası
anlamındadır ve b.
Modern bilim ve teknolojinin
gelişmesi hiç de insanların aklının gelişmesi demek değildir. Hiç kimse
düşünmüyor ki, 5500 yıllık insan tarihinde neden bilim gelişmemiş ve sadece son
iki yüz yılda birden bire gelişmiştir. Tabii ki bu, insan aklının zayıflığı,
insanın mantıksızlığı ile ilgilidir. İnsanlar öyle sanıyor ki, Arabistan
Çölü'nde, adi kertenkele etinin bulunmadığı bir yerde, insanlar yüksek kültür
yaratabilirler. Sonra da, "Allah birdir, ben de Allah'ın elçisiyim"
diyen sıradan bir insanın önderliği ile, Sümer-Akkad kültürü yaratmış ve
kaynaklarda "üçte iki insan, üçte bir Allah" adlandırılan kutsalların
dinlerini değiştirip, onlara İslâm'ı kabul ettirebilirler. Tabii ki buna sadece
ilmi, tefekkürü zayıf olan insanlar inanabilir.
Mantığın zayıflığının sonucudur ki, insanlar bugün Allah'ın adıyla ticaret
ediyorlar, bunun cezasız kalacağını düşünüyorlar. Onlar sözde kendilerini din,
iman adamları gibi kaleme verseler de, bu insanları Allah ve Onun yarattıkları değil,
Allah'ın adına kendi çıkarı için kullanmak düşündürüyor. Bu nedenle hiç kimse
gerçek İslam'ı, yani Bâtın ilmini anlamak için çalışmıyor, sıradan insanlar için
öngörülmüş ve herkesin kabul ettiği zahirî mânâ ile "iyi yaşamak"
için mücadele veriyorlar. Hiç kimsenin aklına bile gelmiyor ki, her şeyi gören
ve bilen bir Varlık, tüm bu olacakları önceden bilmiş ve "Levh-i
Mahfuz"da sembollendirmişdir. Onun bugünkü işi de bu yazdıklarını hayata
geçirmektir. İbn Arabî bunları "Füsus-ül Hikem" adlı kitabında
insanların dikkatine iletmişdir. Fakat bu günkü din adamları ne Arabî'yi, ne Eflatunu,
ne de diğer bilgelerin yazılarının anlamlarını anlayamazlar. Onlar bu yazıları
eski insanların avamlığının tezahürü, Allah'ın adı ile kendi lehine kullanmak
için yazdıklarını düşünüyorlar.
Kuran'da, zahiri manayı tercih eden bu din adamları hakkında yazılıyor
ki, onlar sadece tasavvurlarının ardından gidiyorlar ve yanlış yoldadırlar.
Dini oyun ve eğlenceye çevirmiş bu insanları iyi yaşam aldatmıştır. Allah bu
inamsızların kalplerine örtü, kulaklarına karlık indirmiştir ve onlar kör gibi
dolaşıyor, ahiretle görüşü ve alâmetleri inkâr ediyorlar. Kur'an'a göre, bütün
belirtileri görüp inanmayanları, dine gelir kaynağı gibi bakanları, gerçeği
inkar edenleri ve bunları masal sayanları Allah çok ciddi cezalandıracak ve ahirette
en çok zarara uğrayanlar onlar olacaklar (Kur'an, 6:116, 7:51,17:45 , 27:4,
6:25,10:39 ve b.).
Tüm bu yazılanlardan çıkan sonuç şudur ki, Kur'an'ın asıl ve gerçek
anlamı, onun zahiri değil, bâtınî anlamıdır. Asıl din de, gerçek anlamı bütün
dinlerde aynı olan Batıni İslam'dır. Batıni mananın idrakına çalışmayan insan -
din alimi, şeyh, gerçek mümin olamaz. Kendini iman adamı, Allah'a yakın sayan
ve Cennette peygamberlerle beraber olmak isteyen her insan sufizmin bu tarikat
(tarika) yolu ile gitmelidir.
Sufi dahisi Gazali'nin yazdıklarına göre, tarika yolu Allah'ın idrakına
götüren tek yoldur ve bu yolu giden sufilerin yaşam tarzı en iyi yaşam
tarzıdır. Onların adet ve edebleri ise en temiz adet ve edeptir. Sufilerin
hareket ve çalışmalarının kaynağı peygamberin nurudur ve dünyada insanların
kendilerine rehber tutacağı ikinci bir nur yoktur (Абу Хамид Аль-Газали, «Избавляющий от заблуждения», site: http://www.iph.ras.ru/~orient/local/gazali.txt).
Bütün bunlar hakkında daha geniş bilgiler, yazarı olduğum
"Batıni-Kur'an" kitabında verilmiştir. Bu kitabı tam kavramış insan
kendini sufi bilgeleri safında hesap edebilir.
Makale Azerice'den Türkçe'ye Google aracılığıyla tercüme edilmiştir.
Firudin Gilar Beg
www.gilarbeg.com
Комментариев нет:
Отправить комментарий