(Video seçenegi burada: http://www.youtube.com/watch?v=UYTN3VV-_bA )
Ne yazık
ki, dünyaya hakanlar ve kutsallar neslinin türevleri gibi gelmiş türkler -
cehalet ve ölümü, kamil insan gibi ölümsüzlük kazanmaktan üstün tutuyorlar.
İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın zahiri anlamından başka, sadece sufilere
anlaşılan bâtınî anlamının olmasını artık herkes biliyor. Zahiri anlam
kendisinde iç anlamın yönünü taşıyor ve bu iki anlamı birleştirince, Allah'ın
bu dünyada gördüğü işler ve fikirleri anlaşılıyor.
Batıni mananın açılmamasının sonucudur ki, insanlar bugün en basit
şeyleri, mesela, insanın yaratılışı hakkında gerçekleri bilmiyor, kendilerinden farklı hipotezler ileri
sürüyorlar. Batıni anlamı bilenler için ise sır denilen şey yoktur. Onlar bu
dünyada kâmil insan gibi sakin yaşıyor, öldükten sonra Allah'ın gökte yarattığı
Gayb âlemine taşınarak, orada ömürlerini sürdürüyorlar.
Eski dönemde insanlar - millet ve halklara değil, avam adlandırılan sıradan insanlara ve pir, beg,
seyyid ve b. adlandırılan
seçilmişler soyuna ayrılıyordu. Seçilmiş kutsallar nesli özel yöntemle, yani
Allah'ın karakteri ile yaratıldığı için, onlar kamil insan nesli olarak kabul
ediliyordu ve ölünce de cennete
taşınıyordu. Avam
insanların ruhlarının cennete düşmesi için ise Allah onlarla anlaşma yaptı ve
bu anlaşmayı İslam adlandırdı. İslam sembolü en eski kaynaklarda Selim,
Ur-Selim, İsmail ve b. biçimlerde yazılarak gökteki âlemi ve bu âlemin
sahibinin ruhunu bildiriyordu. Ben, "Bütün dinler birdir" adlı makalede
bu sembolü açıklığa kavuşdurdum.
İslam, bugün kabul edildiği gibi Arabistan çöllerinde değil, eski Mısır yazılarında
Yalu alanları, yunanlıların ise Ereb adlandırdığı gök
alanlarında oluşmuştur. Arap dünyası, yani Arabistan da gökleri oluşturan ilk maddede
yaratılmıştır. Ermeni kaynaklarında bu yaratılış, Midiyanın Sünik topraklarında,
yani şimdiki Azerbaycan topraklarında "sahra inşası" gibi kayıt ediliyor.
Bu sahra'yı inşa edenler ise kitaplarda "kutsal Atalar" olarak
adlandırılıyor. Kaynaklarda açık yazılıyor ki, insanlar burada ikinci hayat
kazanıyorlar ve ömürlerini bu melekler diyarında devam etdiriyorlar.
Belli ki, sahra - çöllük, ova demektir ve bu ovanı inşa etmek de absürt
bir iştir. Midiyanın dağlık arazisinde "sahra inşası" da tabii ki,
sembolik anlamdadır ve batın (sufizm/ledün/tevil) biliminde bu, kurban ile gök
alanlarında - eski Mısır yazılarında Qeb adlandırılan ruhlar dünyasının
yaratılması demektir.
İslam'da Gayb âlemi olarak adı geçen Qeb dünyası, e. e. VIII yüzyıla ait
Asur yazılarında Midiya arazisinde "Doğu'nun Arapları» (net: "Güneşin
çıktığı yerin Arapları») ülkesi olarak kaydediliyor (И. Дьяконов, «История Мидии», M.,1956, sayf.219-221). Doğu deyince,
eski Mısır metinlerinde ve ünlü sufi Sühraverdinin İşrâk felsefesinde -
Allahların doğduğu gök alemi öngörülüyor. Demek ki, Arabistan ülkesi, göklerde
yaratılmış ruhlar dünyası anlamındadır ve burada Mısır Allahları yaşıyorlar.
«Kitab - ı Dede Korkut"da, gökte yaratılmış bu dünya - Amman (Ümman)
denizi'nde inşa edilmiş kafer şehri gibi kaydediliyor ve orada âsiler (ruhlar)
su altında “benim Allah” diye bağırıyorlar («Kitabi - Dədə Qorqud», B., 1988, sayf.118).
Midiya nüfusu kaynaklarda "dağ ve sahralarda dolaşan kudretli
midiyalılar” adlandırılıyor ki, bu da Midiya dağları ve ilk madde sahralarında
ekstatik durumda («suluq») dolaşan, yani tarika (tarikat) yolunu giden türükler
(türkler) anlamındadır. İnsan ruhunun gök aleminde seyahati sufizmde «suluq»
(yahudilerde «salha», arapça «seyr ve suluq»), bu yolun yolcusuna ise
"salih" denir. Tasavvuf ilminde suluq sembolü özel dolaşma, yani
"Allah'a seyahat" ve "Allah'ta seyahat" anlamındadır. Demek
ki, dini olgunlaşma (tarika) yolundan giden türük, "ekstaz" durumunda
cennette seyahat eden salihdir. Kaynaklara göre, bu "seyahat"la ilk
maddenin sırlarını öğrenen zâhidler, Midiya ülkesinde şehir inşa ettiler ve
"göçüp" orada yaşamaya başladılar.
Ben, insan ruhunun "kuş" şeklinde Gayb âleminde yaşamasını,
kitap ve makalelerimde olgularla gösterdim. Ek olarak şunu belirtmek isterim
ki, "peygamber" deyince de sıradan insan değil, gök dünyasında
ölümsüzlük kazanmış kutsalın ruhu anlaşılmalıdır. Bu ise o demektir ki, İslam
dininin kurucusu sayılan Muhammed peygamber, Gayb âleminde bugün de ömrünü
sürdüren kutsalın ruhudur. Muhammed peygamberin hadislerde "iki dünyanın
efendisi" adlandırılması ise şunu gösteriyor ki, O - Mısır'ın Ra-Amon Allahı'nın
karakteridir. İslam'da Rahman olarak adı geçen bu Allah'ın, gök dünyası ve
diğer şeyler yaratması Kuran'da da açık belirtiliyor. Ra-Amon Allahı'nın
yarattıklarını iyi anlamak için, Kuran'da Rahman gibi belirtilen kelimeyi Ra-Amon
gibi kabul edip, Kur'an'ı bu mantıkla dikkatle okumak yeterlidir. Bu ise ona
yol açacak ki, insan - her şeyin soyut bir merhametli varlık tarafından
yaratıldığını değil, somut bir insanın ruhu tarafından yaratıldığını idrak
etsin. Bu ruh, ilk madde ile, yani insanlığa hayat vermiş "dirilik
suyu" ile vahdet teşkil ettiği için (“Vahdeti Vücud”), Allah deyince -
başlangıçı ve sonu olmayan ilk madde ve onu yöneten firavun Amon'un (Eman) ruhu
tasavvur edilmelidir. Bütün bunlar İslam'ın batıni anlamıdır ve bunları sadece sufiler
bilmişlerdir.
Sufi deyince - tarika yolunu giden türük, yani bugün türk
adlandırılan mürit tasavvur edilmelidir. Türk sembolü ermeni mitolojisinde Tork-Angelea, yani Türk-Gel nesli gibi
Allahlara uygulanır. Burada melek anlamında olan "Angel" sembolü -
imam Ali'nin aşırı Gel şiilerine ait olan simgedir ve bu nesil İslam
kaynaklarında "melahi", "mülhit" gibi yazılarak melekler
(melekût) nesli anlamındadır. İsmaillilerin bu Gel nesli Heraklius'un
"yılandan doğmuşlar" neslidir ve kaynaklara göre bu melekler -
padişahlar ve peygamberler soyundandır.
Tabrizli Arakel «yılandan doğmuş»
(«ejderden doğmuş») Midiya medyumlarını - «Osman şahların nesli» adlandırıyor (А. Даврижеци «Книга историй», М., 1973, böl. 51). Siciliyalı Diodor ise Mısır firavunu II Ramsesi - Osimon-Dias, yani
Osman-Allah gibi yazıyor. Osman [SMN] sembolü ledün ilminde - «İssi Eman»
[SS-MN], yani "Amon ruhu" gibi yozulur. Böyle anlaşılıyor ki,
kaynaklarda Osman türkleri deyince "Amon Allahı'nın ruhu olan türkler",
yani ilk madde ile vahdet teşkil etmiş kutsallar nesli anlaşılmalıdır.
Orhun-Yenisey metinlerinde türk hanının Allah gibi gökte Allah yaratması açık
yazılıyor. Bu ise o demektir ki, Allah deyince - gökte Ra-Amon Allahını
yaratmış türk hanının ruhu anlaşılmalıdır.
Kaşgarlı Mahmud'un 1074 yılında yazdığı hadislerin birinde Allah
diyor: “Benim Doğu'da türk denen ordum var: Benim hangi halka gazapım tutsa, bu
orduyu onların üzerine gönderiyorum”. Yazdığımız gibi, Doğu (Şark) sembolü
sufizmde gökleri bildiriyor ki, Mısır'ın 120 binlik Allahlar ordusu da,
buradaki Qeb (Gayb) âleminde ömürlerini sürdüren ölmez kutsallar neslidir. Biz
bu varlıkları - insanların canını alan Azrailler olarak biliyoruz. Diğer
kaynaklarda ise bu varlıklar Hasan bin Sabbah'ın “assasin”leri gibi yazılıyor
ve onlar "kale adamları", yani yerle göğü birleştiren Alamut
kalesinin (Süleyman'ın Allah Evi) melahi-mülhidleridir. “İslam'ın 124 bin
peygamberi kimlerdir?” adlı makalede ben gösterdim ki, bu 120 binlik ordu
İslam'ın 124 bin peygamberlerinin temelini oluşturuyor (bak. http://gilarbeg.blogspot.com/2012/02/islamn-124-min-peygmbri-
kimlrdir.html). Bu ise o demektir ki,
türkler - sufi silsilesinin kamillik yolunu geçip eski Mısır Allahlarına
dönüşmüş peygamberler soyudur. Osman türkleri deyince de firavun (pir) Amon'un,
Allah'ın karakteri ile özel yarattığı “Qor yoluyla gidenler” anlaşılmalıdır ve
bu konuda ben kitap ve makalelerimde geniş bilgiler vardır.
“Qor (Hor/Horus) yoluyla gidenler” kendi yaratılış özelliklerine göre
ölünce cennete veya cehenneme gidiyorlar. Sıradan insanlar ise bu yolu gitmek
için Allah'la olan sözleşmeye uymalıdırlar, yani İslam'ı kabul edip, onun
kanunlarına ciddi biçimde amel etmelidirler. Kuran'da "Amenû olmak",
yani "iman etmek" - Amon Allahı'nın cennete düşmesi için gittiği
yolun taklidi demekdir. Ölen kişinin ruhu vücudu terk ettiğinde, ruh -balık
sudan çıktığında boğulduğu gibi, o da "boğulmaya" başlıyor ve eğer o
"nereye gittiğini" biliyorsa direkt Gayb âlemindeki “mahkeme salonu”na
gidiyor. Aksi halde sıradan insanın ruhu ışıkta parçalanıyor ve ruh yok oluyor.
Kutsallar nesli olan türkler ise özel üstünlükle yaratılmışlardır ki, onlar
İslâm kanunlarına riayet etmezlerse bile öldüğünde, ruhları “mahkeme salonu”na
gidiyor ve yerdeki amellerine göre cennete veya cehenneme giriyorlar. Ayrıca,
Allah bu seçilmişler soyuna "dünyayı yaratan silah" vermişti ki,
sonraları harama el uzattıkları için bu silah kendi gücünü kaybetti. Bu, bizim
bugün "seyyidin ceddi" dediğimiz mucizeler göstermek yeteneğidir.
Bunun esas sebebi ise müslümanların, İslam'ın zahiri anlamına üstünlük vermesidir
ki, bu da cehalet ve putperestliktir.
Hadislerde belirtildiği gibi, zamanla yeryüzünde haberci ve uyarıcılardan
bir kişi bile kalmadı ve insanlar kendilerine cahil insanları başkan seçmeye
başladılar. Bu ilimsiz şeyhler ve ayetullahlar ise bilmedikleri şeyler hakkında
kararlar verdiler. Batıni sırları bilmeyen din adamlarının “tefsirleri” sonuçunda
insanlar “nereden gelip nereye gittiğini” bilmediler ve bununla da İslam adlı
anlaşmanın önemli bölümü kendi anlamını kaybetti. Sonuçta, peygamberimizin
dediği gibi, 73 tarikatın 72'si, İslam kanunlarına riayet ettiği halde cennete gidemediler.
Türklerin bazılarının avam insanlarla nikahı, kutsallar neslinin de "Qor yoluyla
gidenler" arasından çıkıp sıradan insana dönüşmesine neden oldu. İslam'ın
batıni değil, zahiri anlamının öne çıkarılması ve diğer faktörlerin sonucunda,
bugün cennete sadece sıradan insanlarla karışımı olmayan pir, seyyid, beg ve b.
kutsallar neslinin temsilcileri gidiyorlar.
Dünyada ağalık için yaratılmış hakanlar ve peygamberler soyu olan türkler,
bugün cehalet ve putperestliğin simgesi olan zahirî İslam'ı eğitim yapıyor,
İslam dinini - arap adlandırılan avamların iktidar mücadelesi olarak tarif
ediyorlar. Bugüne kadar yazılmış külli miktarda kaynakları anlamayan, sufi
ilmini anlamsız bir bilim olarak kabul eden bu insanları - bilim ve tekniğin,
toplumun gelişimi de cehalet uykusundan ayıltmadı.
Eski kaynaklarda ahiret öncesi dönem putperestlik dönemi gibi biliniyor
ki, her bir grup insan - İudaizm, Budizm, Hıristiyanlık, İslam adlı dinleri
puta çevirerek ona tapıyorlar. Bu insanlar hala anlayamamışlar ki, bu dünyada yanlız
bir din ve bir ilim vardır. Bu Bâtın ilmi sayesinde firavun Amon gökte ruhlar
dünyası, kâmil ve sıradan insanları
yaratmıştır. Bu sufi bilimi sonucunda eski dönemde pir dedelerimiz Mısır
ehramlari dikmiş, Atlantis, Sümer vb. kültürleri yaratmışlar.
Sıradan insanların eski sırları anlamaması idrak edilebilir ve bu
onların mahiyetlerine uygundur. Fakat ilk madde ile vahdet teşkil etmiş
kutsalların türevlerinin, ellerinde külli miktarda sufi edebiyatı olan türklerin
bu seviyeye inmesi yürek acıtıyor. En akıl almaz ise odur ki, onlara bu sırlar
açıldığında bile, onlar - cehalette, karanlıkta yaşamalarını ve tüm canlı
varlıklar gibi ölmelerini, "Allah nuru" ile nefes alarak ölümsüzlük
kazanmalarına tercih ediyorlar.
İslam dini, insanın bu dünyada Ra-Amon Allah'ın himayesi ile mutlu
yaşaması ve öldükten sonra da onun ruhunun, bu Tek Allah'ın gökte yarattığı
ruhlar dünyasında ömrünü sürdürmesi için yaratılmış bir araçtır. Eğer insan
herhangi bir tahrif yüzünden gök cennetine gidemeyecekse, onun İslâm kanunlarına
amel etmesi ve kendini müslüman hesap etmesinin anlamı yoktur. “Müslüman”
kelimesi batın ilminde "Eman (Amon) Allah'ın gökyüzündeki eli",
"müslüm" sembolü ise "Gökyüzü âlemi" görüşünü ifade ediyor
ki, bu da İslam kurallarına amel edenin Eman Allah'ın gökteki Gayb âlemine
düşüp, orada yeni hayat kazanması anlamındadır. Ramazan Bayramı - gökte, ilk
maddeden Allah yaratma ritualının taklidi, Aşura töreni bu Allah'ın ahirette
ölüp, yeniden dirilişi töreninin taklidi, Kurban bayramı ise Gayb aleminin
oluşturulması için yapılan kurban töreninin taklididir. Diğer tüm eski tören ve
bayramlar da Amon Allahı'nın gökte ve yerde yarattıklarının taklidleridir. Bunların
da esas mahiyeti, insanın, yerde ve gökteki bütün yaratılışları düzenlemiş Amon
Allah'ı olmasını ("Amenû olmak") ilk maddeye kanıtlama çabasıdır.
Çünkü sadece bu halde sıradan insan, gökleri oluşturan ilk maddeni
"kandırıp", kendisini Amon Allah'ı gibi kaleme vererek, Gayb âleminde
Amon gibi ölümsüz olabilir. Bu basit şeyleri bilmeyen insan hiçbir zaman
cennete gidemez. İlk maddenin yasalarına göre sadece bilen, Allah gibi
ölümsüzlük kazanıyor. Cehalet, putperestlik ise ölüme götürür.
Benim bu sırları açmakta esas amacım, insanları cehalet uykusundan
ayıltmak, onlara hakikati anlatmakdır. Kaynaklarda, kendilerine cenneti
sağlamış insanlar – “zamanı öncelemiş ve tam mutluluğa ermiş” Deylem türkleri adlandırılıyor.
Bugün de insanların yeniden cennet kazanmalarına imkanı vardır. Fakat her insan
kendisi gelecek kaderinin hakimidir. İster cehaleti seçip tüm canlılar gibi
mahvolur, isterse de Amon Allah gibi ölümsüzlük kazanıp Adn, yani Din
cennetinde mukaddeslerle mutluluk kazanabilir. Seçim insanlarındır.
Bütün bunlar hakkında daha geniş bilgiler, yazarı olduğum
"Batıni-Kur'an" kitabında verilmiştir (bak. www.gilarbeg.com ).
Makale Azerice'den Türkçe'ye Google aracılığıyla tercüme edilmiştir.
Firudin Gilar Beg
gilar@box.az
Комментариев нет:
Отправить комментарий